İklimle Bağlantılı Risklere İlişkin Küresel Gelişmeler Türk Bankacılık Sektörü Açısından Ne Anlama Geliyor?
İçinde bulunduğumuz 2024 yılının küresel düzeyde iklim değişikliğinden kaynaklanabilecek risklere ilişkin bankacılık düzenlemeleri açısından oldukça önemli bir yıl olduğunu söylemek mümkün. En üst düzeyde Finansal İstikrar Kurulu (FSB) ve Basel Bankacılık Denetim Komitesi’nin (BCBS) 2024 yılında bu konu üzerindeki çalışmalarını giderek daha da yoğunlaştırdıkları anlaşılıyor. Örnek vermek gerekirse, BCBS’nin “Finansal Sistemin Yeşillendirilmesi Ağı” (NGFS) isimli platformunun alışmalarına destek niteliğinde çok kısa süre önce “The role of climate scenario analysis in strengthening the management and supervision of climaterelated financial risks” bir çalışma gerçekleştirmiş olduğunu görüyoruz. Bilindiği gibi dünyanın önde gelen merkez bankaları ve düzenleyici otoriteleri uzun süreden beridir NGFS bünyesinde iklim değişikliğine bağlı risklerin bankaların stres testlerine dahil edilmesine yönelik yoğun çalışmalar yürütüyor. Dolayısıyla, BCBS’nin bu faaliyetlere destek sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği bu çalışmanın da senaryo analizi ve stres testleri üzerine yoğunlaşmış olduğu görülüyor.
Bilindiği üzere senaryo analizi ve stres testlerinin önceliği iklim değişikliğinden kaynaklanabilecek kayıpları rakamsal olarak tahmin edebilmek. Bu tahminlerin bir şekilde bankaların ihtiyati açıdan aldıkları tedbirlere yansıtılması öngörülüyor. Ancak, bu konu henüz netlik kazanmış sayılmaz. İklim değişikliğine ilişkin risklere dair son yıllarda sıklıkla gündeme gelen en tartışmalı konu bu riskin Basel birinci yapısal blok kapsamında ele alınıp alınamayacağına ilişkin. BCBS’nin 2022 yılında gerçekleştirmiş olduğu genel bir değerlendirme ve yayımlamış olduğu “Principles for the Effective Management and Supervision of Climate related Financial Risks” isimli dokümandan sonra bu konuda herhangi kayda değer yeni bir gelişme olduğu söylenemez. Ama raporlama ve Basel üçüncü yapısal blok kapsamında kamuya açıklama yükümlülükleri açısından baktığımız zaman bunların artık tartışılmaktan çıkıp artık uygulama aşamasına gelinen konular olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hatırlanacağı gibi bankaların iklim değişikliğine ilişkin finansal risklerini kamuya açıklamasına ilişkin olarak FSB bünyesinde oluşturulan “İklim Bağlantılı Finansal Beyanlar Görev Gücü” (TCFD), bankaların iklim değişikliğinden kaynaklanabilecek risklerine ilişkin bilgileri Basel üçüncü yapısal blok çerçevesinde kamuyla paylaşmalarını öngören standartları 2017 yılında bir tavsiye niteliğinde ortaya koymuştu. Aradan geçen 7 yıllık sürede artık bu prensiplerin 2024 yılı itibarıyla artık uygulanma aşamasına geldiği görülüyor. Bunun iklim bağlantılı finansal risklere ilişkin diğer düzenlemelere hız kazandıracak nitelikte bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz.
Örneğin, Avrupa Birliği’ne bakacak olursak, Avrupa Bankacılık Otoritesi’nin (EBA) ise 2024 yılında Üçüncü Sermaye Yükümlülüğü Düzenlemesi (CRR 3) ve Altıncı Sermaye Yükümlülüğü Direktifi (CRR 6) kapsamında çevresel ve iklim değişikliğiyle ilgili risklere ilişkin bir istişare süreci yürütmekte olduğu ve çevresel, sosyal ve yönetişim ile ilgili risklerini (ESG) Basel üçüncü yapısal blok kapsamında değerlendirilmesine yönelik taslak standartları kamuoyuyla paylaşmış olduğu görülüyor. Buna göre EBA’nin bu konudaki teknik standartlarının kapsamında olan bankaların 2024 yılının sonuna kadar kredi portföylerinin net sıfır senaryosuyla ne kadar uyumlu olduğunu Basel üçüncü yapısal blok kapsamında kamuya açıklamaya başlamaları gerekiyor.
Bu gelişmelere paralel olarak Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) çevresel ve iklim değişikliğinden kaynaklanabilecek riskleri ele alış şeklini 2020 yılında yayımlamış olduğu rehber çerçevesinde netleştirmiş olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Diğer ülkelere de örnek teşkil etmesi beklenen bu önemli gelişmeyle birlikte Avrupa Birliğinde ECB’nin gözetimine tabi olan bankaların söz konusu riskler konusunda ECB’nin ortaya koymuş olduğu beklentileri – ki bu beklentiler anılan risklerin bankaların İSEDES ve stres testlerine tam entegrasyonunu gerektiriyor – 2024 yılı sonuna kadar kademeli olarak karşılamaları gerekiyor. Bu uygulamayı bir formalite olarak değerlendirmemek gerekiyor çünkü bu düzenleme aslında pratikte Avrupa Birliği’nde son birkaç yıldan beridir artık ECB’nin iklim ve çevresel risklerini etkili bir şekilde yönetemediğine kanaat getirmiş olduğu bankalara yönelik olarak ek sermaye gereksinimleri uygulanmaya başlandığı anlamına geliyor. Bankalara Basel ikinci yapısal blok kapsamında ilave sermaye yükümlülüğü getirilmesinin bankalar açısından ne kadar önemli bir gelişme olduğunu söylemeye gerek yok. ECB’nin önümüzdeki iki sene için belirlemiş olduğu öncelikler arasında iklim risklerinin yerini koruduğunu belirtmekte de fayda var. Dolayısıyla, Avrupa Birliği’nde iklim değişikliğiyle ilgili bankacılık risklerine ilişkin çalışmaların hız kesmeden sürdürülmekte olduğunu söyleyebiliriz.
İklimle bağlantılı riskler konusunda 2024 yılında ulusal düzeyde gündemde olan önemli gelişmelere de kısaca bir göz gezdirecek olursak öncelikle Birleşik Krallık’tan biraz bahsetmek gerekiyor. Bilindiği gibi Birleşik Krallık iklim değişikliğinden kaynaklanabilecek risklere ilişkin düzenlemeler açısından dünyada lider konumda gösteriliyor. İhtiyati Düzenleme Otoritesi’nin (PRA) yürütmekte olduğu çalışmalara baktığımız zaman PRA’in kısa süre önce bankaların bu riskleri rakamsal olarak ölçmek için kullandığı yöntemleri değerlendiren bir çalışma gerçekleştirerek bu konuda önemli bir adım atmış olması dikkat çekiyor. Genel bir değerlendirme yapacak olursak, PRA’in bu alandaki çalışmalarının daha çok iklim risklerinin beklenilen kredi kayıplar üzerindeki rakamsal etkisinin tespit edilmesi üzerinde yoğunlaşmış olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Hatırlanacağı gibi PRA bu konudaki ilk adımı bundan 5 yıl önce bir Tebliğ yayımlayarak somut bir şekilde atmıştı. Geçtiğimiz yıl Bank of England (BoE) tarafından yayımlanan bir rapora göre bu yıl içerisinde güncellenmesi beklenen tebliğin güncellenmiş versiyonunda ele alınacak konular arasında itibar ve yasal riskler gibi Basel ikinci yapısal bloğa ilişkin konular olması bekleniyor. BoE’nin 2024 yılında fiziksel ve düşük karbon ekonomisine geçiş risklerinin banka kredileri üzerindeki etkisinin iklim senaryoları çerçevesinde makro düzeyde ortaya konacak bir senaryo analiziyle ölçülmesi konusu üzerine yoğunlaşmış olduğu görülüyor. Bank of England’ın bu yılın başında yayımlamış olduğu bültene göre, temel amaç, söz konusu senaryo analizlerinin bankaların mevcut risk modellerine entegre edilmesini sağlamak.
Türkiye’ye dönecek olursak, bilindiği gibi Avrupa Birliği üyesi ülkelere ve bu ülkelerde dış ticaret yapan diğer ülkelere yönelik açıklanan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması gündemdeki yerini koruyor. BDDK, 2021 yılında Türk bankacılık sektörünün bu konuda gerekli uyumu sağlamasına yönelik olarak “Sürdürülebilir Bankacılık Stratejik Planı” isimli dokümanı yayımlayarak önemli bir adım atmıştı. 2022-2025 yıllarını kapsaması öngörülmüş olan bu plan çerçevesinde bankaların sürdürülebilirlik faaliyetlerinde esas alacakları usul ve esaslara ilişkin yaklaşımlara yer verilirken özellikle iklim değişikliği sürecinde karşılaşılan finansal risklerin etkin şekilde yönetilmesinin önemine vurgu yapılmıştı.
Aslında BDDK’nın iklim değişikliğinden kaynaklanabilecek risklere ilişkin bankacılık risklerini 2021 yılında yayımlanmış olan “Kredi Tahsis ve İzleme Süreçlerine İlişkin Rehber” kapsamında da ele almış olduğu biliniyor. Ancak, söz konusu rehberin aslında bir “iyi uygulama rehberi” niteliğinde olduğunu hatırlatmakta fayda var. Sürdürülebilir Bankacılık Stratejik Planı’na baktığımız zaman bankacılık sektörünün, fiziksel riskler, geçiş riskleri ve itibar risklerinden oluşan iklimle bağlantılı finansal risklerinin sayısallaştırılması, ölçülmesi ve analizi için temel ilkelerin daha net bir şekilde ortaya konmuş olduğunu görüyoruz. BDDK geçtiğimiz yıl ise “İklimle Bağlantılı Finansal Risklerin Bankalarca Etkin Yönetimine İlişkin Rehber Taslağı” yayımlayarak Türk bankacılık sektöründe iklimle bağlantılı finansal risklerin etkili bir biçimde yönetilebilmesini sağlamak açısından çok daha somut bir adım atmış oldu. BDDK’nın yine geçtiğimiz yıl Yeşil Varlık Oranı’na ilişkin bir tebliğ taslağı yayımlamış olduğunu da hatırlatalım.
Dünyada ve özellikle Avrupa Birliği’nde 2024 yılında kaydedilen gelişmeler dikkate alındığı zaman iklim değişikliğinin bankacılık sistemine olası etkilerinin BDDK’nın gündemini giderek daha yoğun bir şekilde meşgul edeceğini tahmin etmek zor değil. Bankacılık düzenlemeleri çerçevesinde küresel gelişmelere paralel olarak Türk bankacılık sektörüne yönelik düzenlemelerin de giderek hız kazanması beklenmektedir. Bilindiği üzere, BDDK bankaların iklim değişikliğiyle ilişkili riskleri yönetmek için etkili bir süreç geliştirmelerini beklemekte ve özellikle banka yönetim kurulu ve üst düzey yönetimlerinin mutlak surette bu sürece dahil edilmelerinin önemine dikkat çekmektedir. BDDK özellikle banka yönetim kurulu ve üst düzey yönetimlerinin iklimle bağlantılı finansal riskler konusunda yeterli bilgiye sahip olmasını ve bu riskleri yönetebilecek düzeyde bilgi, beceri ve deneyime sahip olmalarını beklemektedir.
Bu beklentileri sadece BDDK’yı tatmin etmek üzere karşılanması gereken bir formalite olarak değerlendirmek hatalı olur. Banka yönetim kurulu ve üst düzey yönetimlerinin iklimle bağlantılı riskleri sıradan bir bankacılık riski olarak değerlendirmemeleri ve aslında kredi riski, likidite riski, piyasa riski ve operasyonel risk gibi bütün temel risk gruplarını tetikleme özelliğine sahip bir unsur olarak görmeleri gerekir. Hatta, yukarıda belirtildiği gibi iklimle bağlantılı bankacılık riskler kapsamına artık itibar ve yasal riskler de eklenmiş durumda. Dolayısıyla gerek banka yönetim kurulu ve üst düzey yönetimlerinin, gerekse de uyum ve risk yöneticilerinin dünyadaki gelişmeleri yakından takip ederek BDDK’nın yeni düzenlemeler gerçekleştirmesini beklemeksizin bu riskleri aktif şekilde yönetmeye devam etmeleri gerekiyor.
Saygılarımızla,
Mete FERİDUN
“UYARI: Bu çalışmada yer alan görüşler, yazarın kendi görüşleri olup, çalıştığı kurumun görüşlerini yansıtmamaktadır. Bu yazı yalnızca bilgilendirme amacıyla yayımlanmış olup, herhangi bir hukuki görüş, yönlendirme ve tavsiye içermemektedir. Ayrıca, bilgiler yazının hazırlandığı tarihteki mevzuat göz önünde bulundurularak verilmiş olup, yazı içeriği aradan geçen zaman içerisinde mevzuat değişiklikleri ve ilgili kurumların konu hakkındaki görüşleri çerçevesinde güncelliğini yitirmiş olabilir.”